OĞUZ ATAY’IN “EYLEMBİLİM” ROMANINA DAİR:“GELECEĞİ ELİNDEN ALINAN ADAM”IN SON ÇIRPINIŞLARI

Ahmet Erhan, “Yarasanın 21 Şiiri”nde “Mesela alfabenin 14. Harfinde ölmek / Yarım kalmış bir ansiklopedinin sayfalarında kalmak / Adamım, / Kendini kıran bir dal kadar yalnızım” diyerek yarım kalmak üzerine düşündürür bizi. Üstat Yahya Kemal de “Bir tel kopar ve ahenk ebediyyen kesilir” dizesiyle insanın bitmek bilmeyen trajedisine dikkat çeker. Öyle ya ölüm varsa sanatkârın ve onun ürettiği sanat eserinin sonsuzluğundan söz edilebilir mi? Ölüm zorunlu bir yarım bırakıştır son kertede. Bir de yaşarken, nefes alırken, hala vaktimiz varken ve hayal kurabiliyorken vazgeçtiklerimiz, yarım bıraktıklarımız var ki böylesi çok daha trajiktir kanımca. Nikos Kazancakis’in “Zorba” romanında, o sıradışı ve gözüpek kahramanı Aleksi Zorba’ya söylettiği şu cümleler böylesi bir yarım kalmayı zihnimize kazır: “Dünyayı bugünkü durumuna getiren nedir, bilir misin? Yarım işler, yarım konuşmalar, yarım günahlar, yarım iyiliklerdir. Sonuna kadar git be insan, avare et ve korkma! (s.261) Oğuz Atay da “Eylembilim” romanını “telin kopması ve ahengin ebediyyen kesilmesiyle” yarım bırakmıştır. Ancak onun da yarım kalmışlıkları yok mudur hayatında? Vardır elbette, olmasa “Eylembilim” romanının kahramanına şu cümleleri kurdurtmazdı herhalde: “Yarım kalmış, gerçekleştirilememiş hayallerimin hüznünü yaşıyordum.”(s. 61)

“Eylembilim”, Oğuz Atay’ın ölümünden sonra yayımlanmış yarım kalmış romanıdır. Atay bu romandan ilk kez Günlüğünde 1976 yılının mart ayında söz eder. Bundan sonra eylül ayına kadar Eylembilim’in bahsi geçmez. Eylembilim, 1987 yılında Oğuz Atay’ın Günlüğüne ek olarak yayımlanır. Ancak daha sonra kızı Özge Atay’a, üstünde gönderenin isminin olmadığı, posta ile gönderilen bir paketin içinden Eylembilim’in 74 sayfalık kayıp bölümü çıkar ve roman 1998 yılında “Eylembilim” adıyla ayrı bir kitap olarak basılır. (Ben Buradayım, s.526) Böyle gizemli bir yayımlanma hikayesine sahip bir romandır Eylembilim.

Eylembilim romanında tıpkı Tutunamayanlar romanında olduğu gibi çerçeve hikaye tekniğini kullanır Atay. Romanın kahramanı Prof. Server Gözbudak’ın ölümünden sonra(roman yarım kaldığı için biz bu ölümü göremeyiz) Server’in bir hanım arkadaşı onun hatıratını avukatı Dilaver Kavas’a teslim eder ve Dilaver Kavas da önemli gördüğü bu notları yayımlamaya karar verir. Romanın girişinde Avukat Dilaver Kavas’ın bu hatıraların yayımlanma sürecine dair yaptığı açıklamalar yer alır. Server Gözbudak’ın kurmaca hatıratı ise kitabın 17. Sayfasında şu cümlelerle açılır: “Bir insan -özelllikle benim gibi bir insan- ne zaman yazmaya başlar? Daha doğrusu, ne zaman onun için, yaşadıkları, hissettikleri, düşündükleri artık ifade etmekten kaçınamayacağı bir yoğunluğa ulaşır?”

Server Gözbudak bir üniversitede profesördür. Görünüşte; evli ve iki çocuk babası, kendi halinde bir adamdır ancak bu sıradan adam Oğuz Atay’ın derin psikolojik tahlilleri ve  yaşadığı ikilemlerin tesiriyle dikkat çekici bir kahramana dönüşür. Roman, yoğun biyografik detaylar içermektedir. Oğuz Atay, 1960 yılında girdiği İDMMA(İstanbul Devlet Mühendislik Mimarlık  Akademisi)’da, beyin tümörü teşhisiyle Londra’ya tedaviye gideceği 1976 yılının aralık ayına kadar öğretim üyesi olarak çalışmıştır. 1968-1977 yılları arasındaki dönem aynı zamanda Türkiye’nin, bilhassa üniversitelerin en karışık, en kanlı olaylarının yaşandığı zorlu bir dönemdir. Atay da bu süreçte, detayları bu yazının sınırlarını aşacak pek çok olaya şahitlik etmiş, tercihleri olan, dik duruşlu bir aydın olarak da epeyce yıpranmıştır. İşte “Eylembilim” onun tüm bu şahitliklerinin dökümü olan, ancak hastalığı ve ölümü ile tamamlanamayan bir romandır.

Romanın ismi eylembilimdir. Zira o dönemde üniversitelerde eylem, bilimin önüne geçmiştir. Romanın kahramanı Server Gözbudak bu durumu şu cümlelerle özetler: “Kurulun profesör olduğumu bana bildirdiği gün yaptığım gibi karımın boynuna sarılıp, karıcığım ben ‘eylembilimci’ oldum, hem de intikam kılıcı nişanı aldım diyemezdim ya. Çok tuhaf olurdu.”(s.55) Server Gözbudak da pek tabii ki bu eylemlerden nasibini alır ve hiç istemediği halde anlık bir kararla yaptığı bir konuşma sonrasında kendisini öğrenci çatışmalarının orta yerinde ve birtakım profesörlerin hedefi haline gelmiş halde bulur.  Roman, Server Gözbudak’ın bu çatışma sonrasında yaşadıklarını anlatır. Romanda Oğuz Atay’ın diğer romanlarında olduğu gibi tersine bir isim sembolizasyonu vardır. Server Gözbudak -soyadının aksine- gözünü budaktan sakınmayan cesur bir adam değildir. Korkuları, yoğun iç çatışmaları olan, çekingen bir adamdır, hayatında yaptığı tek eylem olan konuşma da absürd bir şekilde sonuçlanır.

“Eylembilim” romanı, Oğuz Atay’ın “Tutunamayanlar” ve “Tehlikeli Oyunlar” romanları kadar yoğun modern ya da postmodern ögeler içeren bir eser değildir. Daha geleneksel bir yapısı vardır, olaylar kronolojik bir düzlemde ilerler. Ancak yine de postmodern romanın önemli anlatım tekniklerinden olan üstkurmacaya (kısaca yazarın romanın yazım sürecini okurla paylaşması) eserin pek çok yerinde rastlanır:

Bilinçaltı gözlemcilik diye bir şey mi var yani? Neyse amacım olanları, gerçeğe uygun bir biçimde anlatmaktır. Zaten, duyduğuma göre, modern yazarlar öyle yapıyorlarmış, onları okurken okuyucuya çok iş düşüyormuş. Ancak benim bu kadar ince düşünceler içinde olmadığımın ve amacımın, doğru ve tarafsız bir anlatıcı olmaya çalıştığımın bilinmesini isterim.”(s.56)

Böyle olmayacak. Kendime uygun bir anlatım yolu bulmalıyım. Acaba biraz roman mı okusam?”(s.58)

Yine postmodern romanın olmazsa olmazlarından biri olan metinlerarasılık da romanda teknik olarak kullanılır. Nazım Hikmet’in meşhur şiirinin bir bölümü metinlerarasılık yöntemiyle romanın dokusu içindeki yerini alır:

Güzel günler göreceğiz

Çocuklar,

Güzel günler göreceğiz,

Motorumuzu hür maviliklere süreceğiz

Çocuklar,

Hür maviliklere süreceğiz.”(s.102)

Yine Fuzuli’nin Gazel’inde geçen “Dert çok, hem dert yok; düşman kavi, talih zebun”(s.102) dizesi de metinlerlarasılık yöntemiyle romana dahil edilen bir başka metin kesitidir.

“Eylembilim” romanının asıl çıkış noktası, Oğuz Atay’ın hemen bütün eserlerinde kafa yorduğu aydın sorunsalıdır. Atay, bu romanında oklarını üniversitedeki akademisyenlere yöneltir. Romanın kahramanı Server Gözbudak’ın çevresindeki profesör ve asistanlar onun ironi yüklü tespitlerinden nasiplerini fazlasıyla alırlar. Sözlerine “Ben Paris’te” diye başlayan fakat Paris’e dair anlattıkları şehrin temizliğinden öteye geçmeyen Refik Bey, “hiç kitabı olmayan, kitabın icadından önce profesör olmuş” cahil bir akademisyendir. Atay, “Gerçi müzeler de temizdi, ama Refik Bey gidememişti.” şeklinde şahane bir tespitle Refik Bey’i -o kendine has karakteristik üslubuyla- gözümüzde resmeder adeta. Refik Bey’in asistanı da sürekli hocasının peşinde gezen, yalaka, silik asistan tipinin temsilcisi konumundadır. Oğuz Atay, gelecekte cahil hocalarının silik bir kopyası olacak bu asistan tipini şu cümleleriyle tiye alırken bizi de derin derin düşündürür:

Masanın öteki ucunda asistan kımıldamadan oturuyordu. Bazen büyüyor bazen küçülüyordu. (…) Kendi boyutlarında kalamaz mıydı? Asistana baktım: Kalamazdı. Bu, daha nice asistanları parçalayıp istediği boyutlara getirmiş bir dişli çarktı. Ben de kimbilir kime benzemiştim? HEPİMİZİ BENZETMİŞLERDİ.”(s.23)

 “Eylembilim”, Oğuz Atay’ın diğer romanlarından farklı olarak devrin siyasal ve toplumsal olaylarına bir üniversite profesörünün gözünden bakan, toplumsal içerikli bir roman görüntüsü verse de bu kısacık ve yarım kalmış eser, aynı zaman da birey olarak Server Gözbudak’a dair de önemli Atay tespitleri içeriyor. Eğer bir Oğuz Atay tutkunuysanız mutlaka okumalısınız. Zira Eylembilim “Geleceği Elinden Alınan Adam” ın son çırpınışları, onun ağır bir hastalıkla pençeleşmesine rağmen “Ben Buradayım” deme şekli… Biz de neden bu son çağrıya kulak vermeyelim ki…

Not: “Geleceği Elinden Alınan Adam”, Oğuz Atay’ın Günlüğünde bahsi geçen, hayatının son aylarında yazmayı planladığı hikâyesinin ismidir.

0

OĞUZ ATAY’IN “EYLEMBİLİM” ROMANINA DAİR:“GELECEĞİ ELİNDEN ALINAN ADAM”IN SON ÇIRPINIŞLARI’ için 3 yanıt

Yorum bırakın