0

EDITH WHARTON’IN “SIĞINAK” KİTABINA DAİR DÜŞÜNCELER

imagesBehçet Necatigil, “Kitaplarda Ölmek” adlı o şahane şiirinde “Adı, soyadı /Açılır parantez /Doğduğu yıl, çizgi, öldüğü yıl, bitti /Kapanır, parantez. /O şimdi kitaplarda bir isim, bir soyadı /Bir parantez içinde doğum, ölüm yılları. / Ya sayfa altında, ya da az ilerde /Eserleri, ne zaman basıldıkları /Kısa, uzun bir liste. Kitap adları /Can çekişen kuşlar gibi elinizde. /Parantezin içindeki çizgi /Ne varsa orda /Ümidi, korkusu, gözyaşı, sevinci /Ne varsa orda. /O şimdi kitaplarda /Bir çizgilik yerde hapis, /Hâlâ mı yaşıyor, korunamaz ki, /Öldürebilirsiniz.” der.

Edith Wharton’ın “Sığınak” adlı kitabını okuyup bitirdiğimde bu kadın yazarın biyografisini merak ettim ve incelemek üzere internete girdiğimde şu satırlara denk geldim:
“Edith Wharton (24 Ocak 1862 – 11 Ağustos 1937) Amerikan yazar ve moda tasarımcısı.
En fazla tanınan eseri “Masumiyet Çağı” (The Age of Innocence, 1920) adlı romanıdır, ve 1921 yılında Pulitzer Ödülünü kazanmıştır.
I. Dünya Savaşı esnasında Paris’te Kızıl Haç örgütü için yaptığı yardım çalışmalarından ötürü, Fransız Légion d’honneur nişanıyla ödüllendirilmiştir.
Paris’te iken Amerikalı ünlü gazeteci William Morton Fullerton büyük bir aşk yaşamıştır.
Eş: Edward Robbins Wharton (e. 1885–1913)
Aralarında Henry James, F Scott Fitzgerald, Jean Cocteau, Ernest Hemingway ve Theodore Roosevelt’in bulunduğu, çağının önemli ve etkili entelektüelleriyle olan arkadaşlığı da ayrıca dikkat çekicidir.
Bazı eserleri: “Ethan Frome”, “Yaz Bitince”, “Akşam Çayı”,”Aşkın Öteki Yüzü”,”İki Kız Kardeş”,”Mihenk Taşı”,”Sığınak”, “Her Kalp Kendi Bildiğini Okur”

Evet tam da Behçet Necatigil’in şiirinde dediği gibi değil mi? Edith Wharton’ın Amerikalı bir kadın yazar olduğunu, aldığı ödülleri, yaşadığı büyük aşkı, dostluklarını ve bazı eserlerini listeleyen kısa bir biyografi bize ne anlatabilir ki? O parantezin içinde büyük dostluklar, tutkuyla yaşanmış bir aşk, 28 yıl süren bir evlilik çok sayıda eser var ama Edith’in neler yaşadığı yok. Onun yaşadıkları eserlerinde. Biz de eserine dönelim o halde.

Bu kitaba inceleme yazmak gibi bir niyetim yoktu aslında. Ama güçlü karakter tahlilleri, ruh ikilemleri, hassas bir kadının ruhunun ömür boyu geçirdiği değişimleri 92 sayfada böyle güçlü bir şekilde anlatan bu kadın yazarı es geçmeye gönlüm elvermedi.  Kitabın önce ismi dikkatimi çekti, iyi bir yazar bu isme o kadar çok şey sığdırabilirdi ki… Arka kapak yazısını okuduğumda kitabı almaya karar vermiştim. Sonra kitaba dair bir yazı aradım, bulamadım, sitede de bir kişi tarafından okunduğunu fark edince okumaya bu kitaptan başlamaya karar verdim.

Önce kitabın dış görünüşüyle başlamak istiyorum: Helikopter Yayınları hakikaten çok özenli bir şekilde basıyor kitaplarını. Çeviri bir kitapta en fazla dikkat ettiğim şey kitabın dilidir. Bu kitabın hakikaten kusursuz bir dili var. Yazımın altına bıraktığım altı çizili satırlarımdan  da fark etmişsinizdir zaten. Yazar çok iyi belli ki, ama çevirmenler de şahane bir iş çıkarmışlar.
Kitabı okumadan evvel sığınak kelimesine neler sığdırılabileceği üzerine kafa yorduğumu söylemiştim. Öyle ya yaşam denen şu uzun ve çetrefil yolculukta neler sığınak olabilirdi ki bir insana? Ev, iş, aşk, çocuklar, dostlar, kitaplar, eğlenceler, yolculuklar… Listeyi uzatmak mümkün. Peki bu kitap neyi anlatıyor derseniz… Kitap Kate’in Denis Peyton’la evlenme sürecini, yaşadığı hayal kırıklığını ve sonrasında kendine sığınak bildiği oğlu Dick ile ilişkisini bolca iç çatışmalı ve psikolojik tahlilli bir şekilde anlatan kısacık ama aslında kocaman bir “uzun hikaye”. Kate’in ömrünü boşa yaşadığını düşünmesi, yaşadığı çatışmalar, ahlaklı olmak ile sevdikleri arasında bir seçim yapmak zorunda kaldığında yaşadığı iç çelişkiler başarılı şekilde aksettirilmiş. Mesela şu satırlar Kate’in ömür boyu yaşadıklarını bir paragrafta sezdiriveriyor:

“Odaları teker teker amaçsızca dolaştı, ıssızlığa alışmaya çalıştı. Böylesi bir ıssızlığı çok önceleri, çoğu kadın yüreğinin dopdolu olduğu yıllarda tatmıştı; ama bu çok zaman önceydi, tam bir ıssızlık duygusu da değildi aslında, çünkü hala birilerinin o boşluğu dolduracağı umudu vardı. Oğlu doğmuştu, hayatı dolup taşmştı, ama sular yine çekilmişti ve o, heba olmuş yıllar önünde çıplak uzanırken bakakalmıştı yine. HEBA OLMUŞ YILLAR! İşte yüreğin o ölümcül gümbürtüsü, asla iyileşmeyecek olan bir felç. İnancı ve umudu, bataklığın onu vahşete çağıran ışıklarıydı, sevgisi kayan topraklara dikilmiş nafile bir anıt.” (s. 83)
Kate nelere mi sığınıyor? Önce nişanlısına /kocasına ardından da onda yaşadığı hayal kırıklığından sonra oğluna ve ardından da başka hayatlara, sanata, dostlarına ve iki yüzlü bir gülümsemenin rahatlatıcı konforuna, maskelere yani…
“Kendisinin de hayatın zoraki bir taklidi içinde konuştuğunu, gülümsediğini, yeni gelenlere elini uzattığını, gerçek Kate’in ise sahnenin arkasında trajediyi oynadığını unuttu.”( s.87)

Siz de ayıracak birkaç saatiniz varsa Edith Wharton’ın “Sığınak”ına bir şans verebilir ve kendi sığınaklarınızı düşünebilirsiniz bence. Herkese keyifli okumalar diliyorum.

ALTI ÇİZİLİ SATIRLARIM

“Kendisinin de hayatın zoraki bir taklidi içinde konuştuğunu, gülümsediğini, yeni gelenlere elini uzattığını, gerçek Kate’in ise sahnenin arkasında trajediyi oynadığını unuttu.”(S. 87 – Helikopter Yayınları, Çev:Ayşen Anadol, Taciser Belge, İstanbul 2017.)

” O gece bir zamanlar hayatının en korkunç gecesi gibi gelmişti Kate’e. Ama şimdi biliyordu ki bu insanı zenginleştiren bir ızdıraptıı, böyle tüketilen bir tutku küllerinden dört kat büyüyerek doğardı. Bu yeni nöbeti tek başına tutamayacaktı. Bu ıstıraptan kaçmalı, kendi hayatıyla yüz yüze gelme cesaretini bulabilmek için başka hayatlara sığınmalıydı.” (Sayfa 86)

“Gün, belleğinde amaçsız geçen saatler gibi yer etmişti; zamanın atalet duvarına toslayan çıkmaz sokakları.” (Sayfa 85)

“Başka bir zamanda onu güçlü bir duygu dalgası ile sürükleyip götürecek olan müzik şimdi onu düşüncelerinin adasına kapatmış, yarattığı yapay sükûnetle asla yatışmayacak korkularıyla yüz yüze kalmıştı.”(Sayfa 66)

“Hiçbir şeyi umursamadan yaşanan yoğun bir hayat, insanın et ve kemik gibi birbirine geçmiş sorulardan çoğu zaman uzaklaşmasını sağlıyordu.” (Sayfa 66)

“O ana kadar penceresiz bir sarayda büyüyen genç bir tutsak gibiydi, resimli duvarları gerçek dünya sanıyordu. Oysa saray temellerine kadar sarsılmıştı ve şimdi duvardaki bir yarıktan hayata bakıyordu.” (Sayfa 14)

“Zihninin perdesini tüm sevimsizliklere kapatmıştı.” (Sayfa 7)

” yazı masasında bir bardağa konmuş geç açmış menekşelerin kokusu; terasta dizili büyük saksılardaki gülkurusuna çalan mavimsi ortanca kümeleri, ara sıra bir yaprağın durgun havada süzülerek düşüşü, hepsi, her nasılsa, çevreye süzülen bir esenlik duygusuna karışıyordu, ama sanki hepsi bu esenlik yelinin bıraktığı bir tortudan başka bir şey değildi.” (Sayfa 6)

“Kate’in doğası en ince titreşimlere bile karşılık verirdi.”(Sayfa 5)