” Dünyayı güzellik kurtaracak.” (Sait Faik)
Sait Faik, “Bir Sonbahar Akşamı” adlı hikayesinde “Sonbaharda bulutlar turunç renklidir. Sonbaharda yapraklar konuşur. Lodoslu İstanbul Denizi ne baş döndürücü şeydir! Bir lodoslu günde vapura atlayıp her ipin, her madenin ıslık çaldığı bir vapurda adalara gidip gelirim.” diyor ya ben de bir sonbahar sabahı Kadıköy’den vapura atlayıp yaklaşık 45 dakika süren bir yolculuktan sonra Burgazada’ya ulaştım. İstanbul’da yaşayanlar bilirler, bu şehrin keşmekeşi içindeki güzelliklerini fark etmek için gayret gerekir, İstanbul huysuz bir sevgili gibidir, onun güzelliklerini keşfetmek için önce çok sevmek lazım gelir, sevmezseniz size güzel yüzünü göstermez ve günün birinde siz de kendinizi, bu muazzam şehrin kalabalığından, keşmekeşinden, trafiğinden filan şikayet ederken bulursunuz. Ben İstanbul’u seviyorum, toplu taşımanın trafikten az etkilenenlerini kullandığım için de trafik sorunum pek olmuyor. Ben bu şehrin en umulmadık yerlerinden fışkıran yabani güzelliğini keşfetmeye bayılıyorum. Ama ne yazık ki bu muhteşem şehirde yaşarken bazen farkındalığınızı yitiriyor ve keşfetmeyi ihmal ediyorsunuz ki itiraf edeyim ben de Burgazada’yı çok ihmal etmişim! Geç oldu belki ama bu muazzam güzellikteki, şirin mi şirin, dünya güzeli adayı keşfetmek için de muhteşem bir gün seçmişim, bunu da gidince anladım. Sonbaharın bütün saltanatıyla adaya hakim olduğu bir kasım gününde ada sokaklarında dolaştım, sonbaharın bu kadar yakıştığı başka mekanlar da vardır elbette, ama “Burgazada sonbahar olmuştu” desem sanırım derdimi anlatırım ki fotoğraflardan da destek aldım bu güzelliği somutlaştırmak için.
![20181109_144633](https://hercaiokumalar.wordpress.com/wp-content/uploads/2018/11/20181109_144633.jpg?w=560)
![20181109_143931](https://hercaiokumalar.wordpress.com/wp-content/uploads/2018/11/20181109_143931.jpg?w=560)
Ada sokaklarında yürürken bu muhteşem güzelliği içime çekmek için, bu güzellikleri ruhuma doldurabilmek için uzun molalar verdim. Durdum, düşündüm, seyrettim, adanın serin ve mis kokulu havasını içime çektim. Kâh henüz solmamış bir begonvilin sarıp sarmaladığı bir köşkün önünde durakladım,
![20181109_150449](https://hercaiokumalar.wordpress.com/wp-content/uploads/2018/11/20181109_150449.jpg?w=560)
kâh denize yüzünü dönmüş bir fıstık çamının dalları arasından denizi seyrettim,
![20181109_131647](https://hercaiokumalar.wordpress.com/wp-content/uploads/2018/11/20181109_131647.jpg?w=560)
Sait Faik Müzesi’ne ulaşmak için yürürken adanın sessizliğini damıtıp ruhuma kattım. Yüreğim, nicedir hasret kalınmış bir sevgiliye kavuşacak gibi kıpır kıpır oldu, heyecanlandım, ruhum karıştı. Sait Faik Müzesi’nin bulunduğu caddeye girdiğimde (Gönüllü Caddesi) heyecanım daha da arttı.
![20181109_150124](https://hercaiokumalar.wordpress.com/wp-content/uploads/2018/11/20181109_150124.jpg?w=560)
Adanın her güzelliğini ruhuma nakşetmeye çabalarken bir yandan da fotoğraf çektim. Bu amatör fotoğraflar aslını ne kadar yansıtır bilemiyorum ama yine de umarım bu yazıyı bitirip fotoğrafları tek tek incelediğinizde siz de Burgazada ve Sait Faik Müzesi’ne keyifli bir yolculuk yapmış kadar olursunuz. Sait Faik Müzesi’ne girmeden önce beni aşağıdaki şahane yazı karşıladı.
![20181109_150735](https://hercaiokumalar.wordpress.com/wp-content/uploads/2018/11/20181109_150735.jpg?w=560)
Sonra Sait Faik’in heykelinin yanıbaşında ona bir selam verdim.![20181109_150844](https://hercaiokumalar.wordpress.com/wp-content/uploads/2018/11/20181109_150844.jpg?w=560)
Bahçedeki bankta oturup bu muazzam mekanın keyfini çıkardım bir süre.
![20181109_150941](https://hercaiokumalar.wordpress.com/wp-content/uploads/2018/11/20181109_150941.jpg?w=560)
Sonrası fotoğraflarda saklı zaten. Onlara bakıp her bir kareden çok şey öğrenebilir, Sait Faik’i keşfetmek adına bir adım atabiliriz. Bugün Sait Faik’in doğum günü ve ben bu çok özel hikâyecimize kendimce bir hediye olarak bu yazıyı sunuyorum. Sait Faik Müzesi’nin broşüründeki bilgileri de (hayatı eserleri, evin Darüşşafaka’ya bağışlanma süreci, müze hakkındaki bilgiler) aşağıya ekledim. Umarım bu yazıyı okuyup bitirdiğinizde gitmiş kadar olursunuz, bu mutluluk da benim için kâfidir. İyi ki doğdun Sait Faik ve iyi ki senin hikayelerini okuduk ve seni keşfettik.
![20181109_151139](https://hercaiokumalar.wordpress.com/wp-content/uploads/2018/11/20181109_151139.jpg?w=560)
SAİT FAİK ABASIYANIK, HAYATI VE ESERLERİ
18 Kasım 1906 tarihinde Adapazarı’nda dünyaya gelen Sait Faik Abasıyanık, çağdaş hikayeciliğe yaptığı katkıları ile Türk edebiyatında bir dönüm noktası olmuştur. İlköğrenimini Karamürsel ve Adapazarı’nda, lise öğrenimini İstanbul ve Bursa’da tamamlamış, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde iki yıl eğitim gördükten sonra Avrupa’nın çeşitli ülkelerini gezmiştir. Sanatı ve kişiliği üzerinde büyük etki bırakan çok sevdiği Fransa’nın Granule kentinde üç yıl kalmıştır 1934’te babasının isteği ile İstanbul’a dönen Sait Faik, ailenin yeni taşındığı, Şişli Rumeli Caddesi üzerindeki Rumeli Apartmanı’nda yaşamıştır. Babasının ölümünden sonra kışları Şişli’deki evde, yazları ise 1938’de satın alınan Burgazada Çayır Sokak 15 numaradaki köşkte annesi ile birlikte yaşayan Sait Faik, 1945’te hastalandıktan sonra 11 Mayıs 1954’teki vefatına kadar zamanının çoğunu burada geçirmiştir. İlk yazısı Uçurtmalar 9 Aralık 1929’da Milliyet gazetesinde yayınlanan Sait Faik 1934 yılında Türkiye’ye döndükten sonra öykülerini Varlık’ta yayımlamaya başlar. Bu yıldan itibaren kendini Öykü yazmaya adayan Sait Faik, denizi, emekçileri, çocukları, yoksulları, işsizleri ve balıkçıları yalın bir dille anlatır. İlk kitabı Semaver 1936’da Remzi Kitabevi tarafından yayımlanır.1939’da Sarnıç, 1940’ta Şahmerdan, 1948’de Lüzumsuz Adam, 1950’de Mahalle Kahvesi,1951’de Kumpanya, 1952’de Havuzbaşı, Son Kuşlar ve Birtakım İnsanlar,1953’te Kayıp Aranıyor ve Şimdi Sevişme Vakti, 1954’te de Alemdağ’da Var Bir Yılan okurlarıyla buluşur. 1953’te, çağdaş edebiyata yaptığı katkılardan dolayı ABD’deki Mark Twain Cemiyeti’nin şeref üyeliğine seçilir.
Sait Faik Abasıyanık Müzesi
Yazar Sait Faik Abasıyanık’ın yaşamına tanıklık etmiş eşyaları, fotoğrafları, mektupları, kartpostalları, eserlerine konu olan sayısız hatırasının izlerini taşıyan nice eşya ve belgeyi ziyaretçileriyle buluşturan Sait Faik Abasıyanık Müzesi, ilk olarak 22 Ağustos 1959 tarihinde açıldı.1964 yılından itibaren Darüşşafaka Cemiyeti’nin sorumluluğunda yoluna devam eden müze, açıldığı günden bu yana ülkemizin en fazla ziyaret edilen müze evlerinden biri oldu. 2010 yılında güçlendirme, restorasyon ve konservasyon çalışmaları nedeniyle ziyarete kapatılan müze, 11 Mayıs 2013 tarihinde yenilenmiş yüzü ve çağdaş müzecilik anlayışı ile yeniden konuklarını ağırlamaya başladı. Okurlarını Sait Faik’in yazınsal ve ruhsal dünyasında büyüleyici bir yolculuğa çıkaran müze ev, yazarın vasiyeti doğrultusunda ücretsiz olarak ziyaret ediliyor Sait Faik sevenleri ve onun dünyasını keşfetmek isteyenleri Sait Faik Abasıyanık Müzesi’ne bekliyoruz.
Sait Faik ve Darüşşafaka
Ömrünün son günlerinde çeşitli edebiyat matinelerine katılan Sait Faik, 1954’te Darüşşafaka’da düzenlenen bir matineye katılmış ve çok etkilenmiştir. Matineden sonra okulu gezen Sait Faik çocuklarla ilgilenmiş ve onları çok takdir etmiştir. Eve döndüğünde annesine mal varlığını babası hayatta olmayan çocuklara çok güzel olanaklar sağlayan Darüşşafaka’ya bağışlamayı teklif etmiştir. Sait Faik’in annesi Makbule Hanım yazarın vefatından sonra 8 Kasım 1954’te hazırladığı vasiyetinde malvarlığının çoğunu, yazarın eserlerinin telif haklarını ve müze yapılması koşuluyla Burgazada’daki köşkü Darüşşafaka Cemiyeti’ne bağışlamıştır. Darüşşafaka kendisine 1964’te intikal eden bu vasiyete titizlikle sahip çıkarak Sait Faik Abasıyanık Müzesi adıyla 22 Ağustos 1959’da halka açılan müze evin bakım onarım gibi sorumluluklarını 1964’ten başlayarak üstlenmiştir.Makbule Abasıyanık vasiyetinde ayrıca, oğlu adına her yıl bir hikaye armağanı verilmesini şart koşmuştur. Darüşşafaka Cemiyeti 1964’ten bu yana Sait Faik Hikaye Armağanı adı altında her yıl bir öykücüye ödül veriyor. Edebiyat dünyamızın en değerli ödüllerinden biri olan Armağan, 2012’den beri Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları işbirliği ile veriliyor.
“Bir Sonbahar Akşamı” Hikâyesi – Sait Faik Abasıyanık
“Nedir bu kuş, bilmem ki? Sonbaharda bulutlar turunç renklidir. Sonbaharda yapraklar konuşur. Lodoslu İstanbul denizi ne baş döndürücü şeydir! Bir lodoslu günde vapura atlayıp her ipin, her madenin ıslık çaldığı bir vapurda Adalara gidip gelirim. Akşamüstü bazen Köprü´nün ortasında durup Sultan Selim´in arkasındaki bulutlarda kırmızı rengin oyunlarını seyrederken, bir sahra vahasında muazzam bir şehir, bir eski Bağdat, bulutlardaki deniz muharebesini seyrederdim. Tramvaylar o şehri taşır, vapurlar o bulutlar şehrinin muhariplerini götürür, biz, bu hakikî şehrin sakinleri, tiyatro seyircileri gibi sessiz, âdeta geçenler bile durmuş gibi olur, seyrederiz.
Minareden minareye asılı kırmızılıklar, portakala, Trabzon hurmasına benzer yemişler sarkıtan sonbahar akşamlarında ben bıldırcını hatırlarım. Hepsini, bulutlardaki eski Bağdat´ı, minarelerdeki ananasları, insanların eski elbiselerindeki şaşaayı, hamal çocuğunun çıplak ayaklarındaki renkten çizmeleri, ayyaşın etrafını saran eski şarap hâlesini, hepsini; bütün bu yalancılığı, binbir gece hikâyelerinin ancak çocukları saran rûyasını, hepsini bir tarafa bırakıp bir beli kuşaklı adamın iplere dizip meyve hevengi gibi götürdüğü bıldırcınları düşünürüm. Ben, serçeleri de, atmacaları, saka, florya, isketeleri de severim, hattâ uzak memlekete kuşlarını rûyalarımda görür, bazan şiir yazacak gibi olduğum zamanlarımda, papağan, tavuslar, cennet kuşları da görür gibi olurum.
Ama bıldırcın!… Sen, bizim göklerimizin muhacir kuşu! Seni sevdiğim, sana yakın olduğum kadar, ne baharımızın müjdecisi, dostumuz, âdeta köylümüz gibi olan çamur kulubeli, çalışkan, hiç kaçmayacaklar, yanımızda gezecekler gibi oluverip de bir gün habersiz bizden kaçan kırlangıçları; ne de o kızıl gagası, muhteşem kanatları, ince uzun, sırım gibi bacaklarıyla leyleği, damlarımızda, bacalarımızda, hemen yanıbaşımızda yeri olan, hayatımıza, âdetlerimize, ocağımıza, hemen hemen bir nevi melânkolimize karışmış olan leyleği, sana tercih ederim.
Bıldırcını, bir şiiri sever gibi severim. Neden olduğunu bilmeden, yahut hafif hafif, içimde bir şeyler belirerek… Hem en çok etini yediğim kuş bıldırcındır… Küçüklüğümde onun tüylerinin kokusunu, çok zaman sevdiğimiz saçlarında koklamışımdır. Onun etinin kokusunda tuhaf, şehevî bir hava buldum. Onun yağlı vücudunda topraklar, esmer, genç, arzudan yanan bir insan vücudu vardı. Sanki bir gün, sihirli bir ağız: “Kuş ol, güzel insan! Yuvarlak, esmer, buğday, kavrulmuş kestane; sütlü, ateşte, suda pişmiş mısır kokulu, yarı kadın, yarı erkek, yalnız şehvet, süt, nişasta, şekerden mamûl mahlûk! Senin bu topraktan yapılmış çirkinler kafilesinde yerin yok! Kuş ol!” dedi.
Bıldırcın, böylece kuş oldu. Onu rüzgârlar getirir; yağmurlar atar, memleketimize. Etlerin en güzeliyle, kokuların en bayıltıcısıyla gelir, ışıklarımıza dökülüverir. Doğduğum şehirde bir akşam, millet sokağa dökülür. “Bıldırcın yağıyor! Bıldırcın yağıyor!” diye bağrışan çocukların elinde, küçük gözleri korku ile dolu, yaşlı vücutlarında canlı kıpırdanmalarla bakışırlar, oynar dururlar.
Günlerce ağzımdan tadı, burnumdan kokusu, saçımdan tüyü, ellerimden sıcaklığı geçmezdi. sonbaharda, her zaman senden bir şey vardır. Benim güzel bıldırcınım. Bıldırcın insana ne kadar uzaktır. Vahşîdir, hiç bir zaman onu kafeste tutmak mümkün değildir. Dost düşman tanımaz; haşin, korkaktır. Yağmursuz anlarda ayakları çizmeli, kafaları kasketli, belleri fişekli, arkaları köpekli birtakım garip -ne olduklarını, ne zevk aldıklarını bir türlü anlayamadığım- insanlar, ancak onu görüp vurabilir. Ancak onu köpekler sakladığı fundadan, bir tarla hendeğinden kaldırır. İnsana bu kadar uzak olan bu kuşta, insanlıktan bir şey vardır. Onu şehvetle yediğim için, onu aşkla kokladığım için mi severdim? O güzel insanlar gibi kokan tüylerinden çıkan, insanı merhamete, sevgiye davet eden o güzelliğin kokusu için mi severim?
Yoksa, bu korkaklığı, bir akşam üstü şehrimize düştüğü için mi? Hayır,hiç birisi için değil. Onu çocukluğumda yediğim için, onu ellerimle meyve gibi topladığım için mi? Hayır, hiç birisi için değil.
İnsan gibi buğdayı sevdiği için mi? Hayır! Sevgilime benzediği için mi? Hayır!
“Ne için o halde?” diye soran olursa, bilmediğim için, sebebini bilmediğim için…
Sensiz sonbaharın ne tadı olabilir? Bir adamın, onları iplere dizmiş götürdüğünü gördüğüm zaman, içimde ürpertiler belirir. “Milyonla geride bıraktıkları fedailere rağmen, acaba gidecekleri yere gidebilirler mi?” derim.”
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.