3

KAZUO ISHİGURO’NUN “BENİ ASLA BIRAKMA” ROMANI ÜZERİNE: HAYATTA KALMAK PAHASINA NELERİ BAĞIŞLIYORUZ?

“Hayatlarınız sizin için önceden kararlaştırıldı. Yetişkin olacaksınız ve sizler yaşlanmadan, hatta orta yaşa bile gelmeden, hayati organlarınızı bağışlamaya başlayacaksınız. Her biriniz bu nedenle yaratıldınız. Filmlerini seyrettiğiniz aktörler gibi değilsiniz, benim gibi bile değilsiniz. Bu dünyaya belli bir amaçla getirildiniz ve geleceğiniz, hepinizin geleceği önceden belirlendi.”(s.83)

0000000229312-12017 yılında Nobel edebiyat ödülü alan Kazuo Ishıguro’nun “Beni Asla Bırakma” adlı romanını kendimce sebeplerden dolayı üç hafta gibi uzun bir süreye yayarak okudum. “Beni Asla Bırakma”, Ishiguro’dan okuduğum ilk romandı ve romanı okuyup bitirdiğimde karışık duygular yaşadım. Kitabı okurken pek çok eserle bağlantı kurdum -bu bağlamda kitap zihin açıcıydı benim için- ancak diğer taraftan kitap bende sebebini bilmediğim bir eksiklik hissi uyandırdı. Esere bir bütün olarak baktığımda bu eksiklik hissinin pek çok nedeni olabileceğini düşündüm: Yazarın diline ve üslûbuna alışkın olmamam, okuduğum metinlerde az da olsa edebî bir lezzet arıyor olmam, “ben anlatıcı”dan kaynaklı olarak metnin anlatımının bana tekdüze gelmesi, anlatılan konu son derece merak uyandırıcı olduğu halde konuya ilişkin detayların yetersizliği gibi sebepler ilk aklıma gelenler. Ancak kitabın son elli sayfasından sonra açıldığını ve finalde de bana çok derin bir hüzün duygusu yaşattığını da sözlerime eklemeliyim. Ben bu yazıda kitabı bendeki çağrışımlarımdan hareketle değerlendirirken diğer taraftan da “Kitap bize ne anlatmak istiyor olabilir?” sorusuna da cevap aramak istiyorum.

Okumaya devam et

0

LONDRA İZLENİMLERİM

2015 yılının yaz tatilinde dil kursu için yaklaşık iki buçuk ay kadar Londra’da yaşadım. Orada kaldığım süre içinde edindiğim izlenimleri açtığım bir blogda sıcağı sıcağına yayımladım. Londra’dan dönünce o bloga bir daha yazı eklemedim. Şimdi  o notları yeniden düzenleyerek başlıklar halinde tekrar yayımlıyorum. Herkese keyifli okumalar:)

download

29 Temmuz 2015 Çarşamba

Gitmek

İnsan başka bir şehre yahut ülkeye gittiğinde başkalaşıyor. Sıradanlık tozlarını üzerinden silkip atıyor, başka bir renge, kokuya bürünüyor adeta. Fakat unutmak öyle tatsız bir kader ki bir süre sonra fotoğraflar dışında bir şey kalmıyor yaşadıklarımızdan geriye. O fotoğraflar da çoğaldıkça azalıyor, sıradanlaşıyor, anlamını yitiriyor.

Hayat akıp giderken akıntıda sürüklenmemek için suyun tadını çıkarmak zorundayız. Yüzerek, dalarak, gökyüzündeki güneşi, bulutları fark ederek, etraftaki ağaçların çeşitlerini bilerek, çiçekleri tanıyarak yaşamak zorundayız, yoksa sürüklenir ve son noktada buluruz kendimizi. Hayatta yaşadığımız her ânı tatlı anılara dönüştürmenin yolu içimizde. Anahtarlar içimizde. Hayata merakla ve umutla bakmak içimizde. Biraz susup dinlenmek, dinlenirken dinlemek elimizde. Yazmak çoğalmanın, çoğaltmanın, zamanı hızlı akmaktan kurtarmanın yollarından biri bence. Bu herkese göre değişebilir elbette. Örneğin bir fotoğraf sanatçısı çektiği fotoğraflarla anlarını ebedileştirebilir, ya da bir müzisyen notalara dökebilir sayısız özel ânı ve anıyı. Ben yazmayı seçiyorum. Şu anda Londra’da yaşıyorum ve iki ay kadar daha bu şehirde yaşayacağım ve istiyorum ki bu şehirle ilgili gördüklerimi, yaşadıklarımı kendim için kaydedeyim. Yanlış anlaşılmasın, amacım “Londra’da ne yapılır? Nereleri görmelisiniz? Londra’da yapılması gerekenler listesi” filan gibi bir şey yapmak değil. Ben, beni hayrete sevk eden anlarımı yazmak arzusundayım. Bugüne kadar hiç blog yazmadım. Blog yazma fikrini bana burada edindiğim bir dostum önerdi. Daha doğrusu onun blogunu okuyunca ben de bir şeyler yazmaya karar verdim. Bu blog benim için sadece bir kayıt defteri. Çektiğim fotoğrafları, dikkatimi çeken noktaları paylaşmanın bir yolu aslında. Günlük de yazabilirdim elbette. Ama günümüzde paylaşmak daha da önem kazandı. Ben izlenimlerimi paylaşmak da istiyorum bir taraftan.

Aslında bu dünyada hiçbir yer varmak istediğimiz yer değil, hiç kimse aradığımız insan değil, her şey eksik her şey yarım, her şey sıradan yahut elde edildiğinde sıradanlaşıyor ya. Ben bir hiçten ibaretim aslında. Var olmanın sancısıyla kavrulan, oradan oraya savrulan bir hiçten. Belki yazarak hiçliğimi belgelerim kim bilir? Açıkçası ne yazacağımı ben bile bilmiyorum şu anda. Ama en azından Londra’da yaşadığım zamanları kayıt altına almak için bloguma düzenli olarak yazmaya, fotoğraf paylaşmaya gayret edeceğim. Dediğim gibi “hiçbir iddiam” yok. Yazdıklarım sıradan şeyler de olabilir, benim maksadım anlarımı yazının emin kanatlarına emanet etmek. Hani şu çok tekrar edilen bir söz var ya “Söz uçar yazı kalır” diye ben yazılarımın da uçmasını istiyorum ama uçarken kaybolmasınlar yazının emin kanatlarıyla dünyanın her tarafına ulaşsınlar. Hepimiz insanız ve hepimizin benzer duyarlılıkları, benzer duyguları var aslında. Bu hissi gittiğim her ülkede bir kez daha yaşıyorum. İşte amacım da gördüklerimi tam da bu niyetle kağıda dökmek.  Öyleyse başlayabiliriz.

Okumaya devam et

0

HERMAN HESSE’NİN BOZKIRKURDU ROMANINA DAİR: İÇİMİZDE BİR BOZKIRKURDU MU TAŞIYORUZ?

KİTABA VE YAŞAMA DAİR

images  “Amaçlarından hiçbirini paylaşmadığım,                            sevinçlerinden hiçbiri bana bir şey                                     söylemeyen bir dünyanın ortasında                                     bir bozkırkurdu ve sefil bir münzevi olmayıp                    ne yapacaktım.”( Bozkırkurdu, s.29)

   Aykırı duruşuyla bana ilham veren 

Bozkırkurdu ruhlu  arkadaşıma

Herman Hesse’nin Bozkırkurdu romanını bitirdim bitireli yoğun bir yazı yazma ihtiyacı hissediyorum, fakat bir türlü oturamıyorum masamın başına, bir türlü dökemiyorum içimden taşan cümleleri satırlara. Kitap yarım kalmış bir aşk gibi ruhumda gezinip duruyor. Sait Faik’in “Yazmasam deli olacaktım,” demesi gibi Bozkırkurdu peşimi bırakmıyor bir türlü. Yazamamam, neyi yazacağımı bilmememden kaynaklanmıyor, tam tersi bu kitabı okuyunca hissettiğim…

View original post 2.172 kelime daha

3

YALNIZLIĞI YOLDAŞ EDİNMİŞ SERSERİ BİR GEZGİN: KNULP

KİTABA VE YAŞAMA DAİR

download

“Hala bütün bunların ne anlama geldiğini görmüyor musun, koca çocuk? Her gittiğin yere biraz çocuk sersemliği ve çocuk gülüşü taşıyıp götürmen için haylaz ve göçebe biri olman gerektiğini anlamadın mı daha? (s.89)

“Artık yalnızlığı tek başıma yudumlayacaktım…Acıydı bu yalnızlık ve sadece ilk günle sınırlı kalmadı, arada kuşkusuz biraz hafifler gibi olduysa da, o günden sonra bir türlü sona ermedi.”(s.61)

Herman Hesse’nin “Knulp” adlı kitabını bir çırpıda okudum, ancak bitirdiğim andan itibaren yazmayı çok istememe rağmen bir türlü bilgisayarımın başına geçip ruhuma dolanları satırlara aksettiremiyorum. Bozkırkurdu’nda da buna benzer hisler yaşamıştım hatta onu yazabilmek için günlerce beklemem gerekmişti. Bu kez o kadar bekletmeden yazmak istiyorum Knulp’u. Kitabın kapağında “öykü” ifadesi yer alsa da “Knulp” Rusların tabiriyle bir “povest” bence. Povestin bizde tam bir karşılığı olmasa da bu “ara türe” “uzun hikaye” demek mümkün. Knulp “ilkbahar başı”, “Knulp’a İlişkin Anılarım” ve “Son” adını taşıyan üç bölümden oluşmakla birlikte Hesse’nin ölümünden sonra bulunan…

View original post 1.115 kelime daha