2015 yılının yaz tatilinde dil kursu için yaklaşık iki buçuk ay kadar Londra’da yaşadım. Orada kaldığım süre içinde edindiğim izlenimleri açtığım bir blogda sıcağı sıcağına yayımladım. Londra’dan dönünce o bloga bir daha yazı eklemedim. Şimdi o notları yeniden düzenleyerek başlıklar halinde tekrar yayımlıyorum. Herkese keyifli okumalar:)
![download](https://hercaiokumalar.wordpress.com/wp-content/uploads/2017/10/download.jpg?w=560)
29 Temmuz 2015 Çarşamba
Gitmek
İnsan başka bir şehre yahut ülkeye gittiğinde başkalaşıyor. Sıradanlık tozlarını üzerinden silkip atıyor, başka bir renge, kokuya bürünüyor adeta. Fakat unutmak öyle tatsız bir kader ki bir süre sonra fotoğraflar dışında bir şey kalmıyor yaşadıklarımızdan geriye. O fotoğraflar da çoğaldıkça azalıyor, sıradanlaşıyor, anlamını yitiriyor.
Hayat akıp giderken akıntıda sürüklenmemek için suyun tadını çıkarmak zorundayız. Yüzerek, dalarak, gökyüzündeki güneşi, bulutları fark ederek, etraftaki ağaçların çeşitlerini bilerek, çiçekleri tanıyarak yaşamak zorundayız, yoksa sürüklenir ve son noktada buluruz kendimizi. Hayatta yaşadığımız her ânı tatlı anılara dönüştürmenin yolu içimizde. Anahtarlar içimizde. Hayata merakla ve umutla bakmak içimizde. Biraz susup dinlenmek, dinlenirken dinlemek elimizde. Yazmak çoğalmanın, çoğaltmanın, zamanı hızlı akmaktan kurtarmanın yollarından biri bence. Bu herkese göre değişebilir elbette. Örneğin bir fotoğraf sanatçısı çektiği fotoğraflarla anlarını ebedileştirebilir, ya da bir müzisyen notalara dökebilir sayısız özel ânı ve anıyı. Ben yazmayı seçiyorum. Şu anda Londra’da yaşıyorum ve iki ay kadar daha bu şehirde yaşayacağım ve istiyorum ki bu şehirle ilgili gördüklerimi, yaşadıklarımı kendim için kaydedeyim. Yanlış anlaşılmasın, amacım “Londra’da ne yapılır? Nereleri görmelisiniz? Londra’da yapılması gerekenler listesi” filan gibi bir şey yapmak değil. Ben, beni hayrete sevk eden anlarımı yazmak arzusundayım. Bugüne kadar hiç blog yazmadım. Blog yazma fikrini bana burada edindiğim bir dostum önerdi. Daha doğrusu onun blogunu okuyunca ben de bir şeyler yazmaya karar verdim. Bu blog benim için sadece bir kayıt defteri. Çektiğim fotoğrafları, dikkatimi çeken noktaları paylaşmanın bir yolu aslında. Günlük de yazabilirdim elbette. Ama günümüzde paylaşmak daha da önem kazandı. Ben izlenimlerimi paylaşmak da istiyorum bir taraftan.
Aslında bu dünyada hiçbir yer varmak istediğimiz yer değil, hiç kimse aradığımız insan değil, her şey eksik her şey yarım, her şey sıradan yahut elde edildiğinde sıradanlaşıyor ya. Ben bir hiçten ibaretim aslında. Var olmanın sancısıyla kavrulan, oradan oraya savrulan bir hiçten. Belki yazarak hiçliğimi belgelerim kim bilir? Açıkçası ne yazacağımı ben bile bilmiyorum şu anda. Ama en azından Londra’da yaşadığım zamanları kayıt altına almak için bloguma düzenli olarak yazmaya, fotoğraf paylaşmaya gayret edeceğim. Dediğim gibi “hiçbir iddiam” yok. Yazdıklarım sıradan şeyler de olabilir, benim maksadım anlarımı yazının emin kanatlarına emanet etmek. Hani şu çok tekrar edilen bir söz var ya “Söz uçar yazı kalır” diye ben yazılarımın da uçmasını istiyorum ama uçarken kaybolmasınlar yazının emin kanatlarıyla dünyanın her tarafına ulaşsınlar. Hepimiz insanız ve hepimizin benzer duyarlılıkları, benzer duyguları var aslında. Bu hissi gittiğim her ülkede bir kez daha yaşıyorum. İşte amacım da gördüklerimi tam da bu niyetle kağıda dökmek. Öyleyse başlayabiliriz.
Okumaya devam et →
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.